ADLİ KONTROL KAVRAMI, TARİHÇESİ, AMACI VE ÖZELLİKLERİ

1.ADLİ KONTROL KAVRAMI, TARİHÇESİ, AMACI VE ÖZELLİKLERİ
1.1 ADLİ KONTROL KAVRAMI
Adli kontrol tedbiri 5271 sayılı CMK’nın 109 ve 115. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Ancak tanımı bu ilgili maddelerde verilmemiştir. “Tanıma yer verilmemiş olsa da bu tedbiri ilgili madde hükümlerine göre şu şekilde tanımlamak mümkündür: Adli kontrol, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve şüpheli/sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların varlığı halinde veya şüpheli/sanığın davranışları delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesinin bulunması veya tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması ihtimalinin mevcut olduğu durumlarda yetkili mercilerin alacağı bir kararla, şüpheli/sanığın kanunda öngörülen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içeren tedbirlerdir” Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği Madde 55 e göre “Adli kontrol, şüpheli veya sanığın tutuklanması yerine bir veya birden fazla yükümlülüğe tâbi tutularak, toplum içinde denetimini öngören bir koruma tedbiridir”
1.2 ADLİ KONTROL KAVRAMI TARİHÇESİ VE TÜRKİYEDE ORTAYA ÇIKIŞI
Adli kontrol tutuklamaya alternatif olması amacıyla getirilen bir kurumdur. Buda bize tutuklama tedbiriyle adli kontrol tedbirinin çok yakın ilişkide olduğunu göstermektedir. Bu durumda adli kontrolün ortaya çıkışını saptayabilmek için öncelikle tutuklama kurunun tarihçesine bakmak gerekmektedir. Tutuklamanın ortaya çıkışı cezaevlerinin doğuşuyla birlikte olmuştur. İlkel toplumlarda suç işleyen kişilere uygulanan yaptırımlar bedensel cezalar olduğu ve hapis cezası uygulanmadığı için, o dönemde cezaevlerine ihtiyaç duyulmamıştı. Hapis cezasının cismani cezaların yerine kaim oluşu, ceza infaz biliminin doğuşu ile alakalıdır. Ölüm cezasına yapılan eleştirilerin hapis cezası hakkında geçerli olmayışı ve ilmi esaslara uygun olarak infaz edilmesi durumunda ıslaha imkân sağlaması bu tür cezaları, temel yaptırım haline getirmiştir Cezaevinin ceza çektirmek maksadıyla ne zaman ve nasıl kullanılmaya başlandığı bilimsel bir kesinlikle tayin edilemez.
Çağdaş anlamda suçluyu alıkoymak veya onu iyileştirmek amacıyla bir araç olan cezaevinin XVI. Yüzyılda açıldığı belirtilmekle birlikte hangi ülkede açıldığı konusu tartışmalıdır. Önceleri bu ülkenin Hollanda olduğu kabul edildi. Sonra İtalya’nın bu şerefi taşıdığı öne sürüldü. Üçüncü bir fikir olarak ilk ıslahevlerinin İngiltere’de Bridgewell adıyla 1555 yılında meydana getirildiği, sonradan kurulan benzer müesseselerin bu adı aldıkları, 1597’de diğer ıslah evlerinin planlarının yapıldığı, 1609’da her şehirde bir tane Bridgewell inşası için emir verildiği belirtilmektedir. Hollanda’nın Ruchthaus’larından 40 yıl önce kurulduğu ifade edilmiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısında cezalandırmanın amacı konusunda meydana gelen değişimle birlikte, bedene ve yaşama yönelik cezaların yerini özgürlüğün belli bir süreyle sınırlandırıldığı cezalar almıştır. Modern anlayışta, hapis cezasının temel amacı, hükümlünün ıslahı ve topluma yeniden kazandırılmasıdır. 18. yüzyıl hapis cezası ve cezaevleri bakımından olağanüstü bir dönem olarak göze çarpar. Bu dönemde Amerikalı ve Avrupalı bilim adamları, toplumun doğasını, bireyin onun içerisindeki yerini ve dolayısıyla suçluların cezalandırılması usulünü sorgulamaya başladılar. Hapishanelerin aşırı derecede kalabalık ve kötü yönetildiği, vahşi bedensel cezaların uygulandığı ve suçların arttığı bu dönemde, ıslah konusunda ilk reformlar yapıldı. 1800’ler öncesinde, Amerika’da da; Avrupa’da olduğu gibi kırbaç, damga, uzuv kesme gibi bedensel cezalandırma yöntemleri temel yaptırım şekli olarak kabul edilmişti. Daha ağır suçların sanıkları ise, idam ediliyordu. Bu dönemde, hapishaneler sadece yargılanan sanıkların duruşma günlerini beklemeleri veya borcunu ödeyemeyenlerin tazyik edilmesi için kullanılıyordu. Hapis cezasının cezalandırma sisteminin esası haline gelmesi, Fransız İhtilali ile birlikte özgürlüğün insan için vazgeçilemeyecek bir değer oluşunun anlaşılması sonucu gerçekleşmiştir. Fransız İhtilalinden önce Avrupa’da suçluluk, işkence ve halkın gözleri önünde asma gibi infaz şekilleriyle önlenmeye çalışılmıştı. Sırf bu amaçla ölüm cezasına çarptırılmış kimselerin parçalanmış bedenleri teşhir ediliyordu. 19. yüzyılın başlarından itibaren bu uygulamalar yerlerini kademeli olarak modern ceza sistemlerine bırakmaya başladı. Yeni hedef suçlunun vücuduna eziyet çektirmek değil, onu değiştirip doğru yola yönlendirmek olmuştu.
Hapis cezasının dünyada ortaya çıkışıyla beraber insanlar artık bir suç işlediklerinde bedensel cezalar görmüyolardı. Bu durumda da insanları belli bir yerde tutuklu bulundurulmak zorundaydı. Zamanla bedensel cezadan hapis cezasına evrilen süreçte bakıldığı zaman hapis cezasının her zaman beden cezasına göre daha iyi olduğu gözükmektedir. Çünkü bi insanı idam etmektense bir yere kapatmak her zaman daha az zarar vericidir. Ancak dünyanın gelişimi modernleşmesi teknolojinin doğuşu yaygınlaşması ile birlikte dünyada yaşanan özgürlük hareketleri sonucu artık hapis cezası da eskiden beden cezasına nasıl bakılıyorsa o konuma düşmüştür. Hapis cezası insanlara bir çare olarak gelmemektedir. Bu özgürlük hareketleri sonucuda farklı tedbirler ortaya çıkmıştır. Adli kontrolde bu tedbirlerden biridir çünkü tutuklama tedbirinde şu tür sakıncalar vardır. Bir şüpheli veya suçlu suç işlesin veya işlemesin bir yere kapatılmakta orda başka suçlularla beraber kalmakta ve onlardan farklı suç türleri öğrenerek dünyadaki cezaevlerinin ortaya çıkış amacına aykırı hareketlerde bulunmaktadır. Dünyada cezaevlerinin ilk ortaya çıkışı kişiyi ıslah edip topluma kazandırmak ancak bu durumda insanlar daha çok suç öğrenip ıslah olamamakta. Bir diğer sorun şüpheli bir kişi tutuklandığı zaman toplum nezdinde suçlu gibi olmakta hukukun en önemli ilkesi olan masumiyet karinesi zarar görmektedir. Kişiyi uzun süre tutuklamak kişinin yeteneklerinin körelmesine, aile bağlarının zayıflamasına, kişinin psikolojisine telafisi mümkün olmayan zararlar vermektedir.
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna paralel Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile uluslararası çağdaş hukuk sistemlerinin yöneldiği araçların da etkisiyle suç şüphesi altında bulunan kişiye daha az zarar verecek mahiyette koruma tedbirlerine yönelme olmuştur. Hayatın akışı insan ve sanık hakları kavramlarının gelişmesi 1970 lı yıllardan itibaren tutukluluğun istisnai bir koruma tedbiri olduğu kavramının ortaya konulmasına ve yayılmasına sebep oldu. Fransa da adli kontrol soruşturmanın bir gereği ve güvenlik tedbiri olarak hafif suçlar için 1970 lı yıllardan itibaren uygulanmaya başlandı.”
Adli kontrolün tarihçesi dünyada bu şekildedir. Önce bedensel cezalar yerine hapis cezaları tutuklama getirildi. Daha sonra insan haklarının da gelişmesiyle hapis cezası yerine daha alternatif yöntemlere yönelme sonucu Adli kontrol gibi tedbirler ortaya çıktı. Ülkemizde ise bu kapsamda, CMK’nın 109. maddesinin gerekçesinde adli kontrolün ortaya çıkış nedeni şu sözlerle i+fade edilmiştir: “Yalnız başına tutuklama, hâkimi, şüpheli veya sanık hakkında ya da bütünüyle hürriyetinden yoksunluğa ya da tam serbest bırakmaya mecbur kılan bir tedbirdir; adı geçenler ya bir yerde kapatılacaktır veya tam serbest bırakılacaklardır. Tasarı bu maddesi ile bu iki durum arasında adli kontrol kurumunu getirmiş bulunmaktadır. Söz konusu kurum tesis edilirken Alman, İtalyan ve özellikle Fransız hukuku göz önünde bulundurulmuştur. Kurum ilgiliyi özgürlüğünden yoksun kılmamakla birlikte gözlemeyi ve denetlemeyi olanaklı kılan tedbirlere tabi kılmaktadır; böylece kişinin kaçması riski azaltılırken hürriyetten tümü ile yoksun kılmanın zararları da ortadan kaldırılmış olmaktadır. Bu yeni kurumun hem özgürlükçü ve hem de kamu düzenini koruyucu nitelikte olduğu söylenebilir. Bu kurumdan sonra tutukluluğun uygulanması istisna hale gelmektedir. Kurum şüpheliyi hürriyetinden yoksun hale getirmemekle birlikte, aynı sonuçların elde edilebileceği hallerde adli kontrole hükmetmek gerekecektir (…)”
Gerekçe kısmında görüldüğü üzere Adli Kontrol tedbiri tüm dünyada olduğu gibi bizde de tutuklama ile kişinin hürriyetine yapılacak ağır müdahaleleri önlemek için getirilmiştir. Bu tedbirle hedeflenen tutuklama ile elde edilecek aynı sonuçları kişilerin hürriyetlerinden yoksun hale getirmeden elde edebilmektir. Anayasa’nın 13. Maddesine göre “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” “Bu ölçülülük ilkesi ise 2001 yılında yapılan değişiklikle Anayasamıza gelmiştir.” Artık genel sınırlama sebepleri gibi özgürlük daraltıcı sebepler kaldırılmış. Yerine daha özgürlükçü sebepler getirilmiştir ölçülülük ilkesi gibi bunlarda insan haklarının dünyadaki gelişiminin bir sonucudur. Aynı şekilde tutuklama tedbirini düzenleyen 5271 sayılı CMK’nın 100/1 maddesinde; “…işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez” denilerek ölçülülük ilkesine yer verilmiştir. Ölçülülük ilkesine hem Anayasada hem CMK da yer verilmesi bu tedbirin getirilmesini kaçınılmaz kılmıştır.
1.3 Adli Kontrol Amacı
Hukuk devletinin var olma nedeni ve temel görevi insan haklarına dayalı adil ve güvenli toplumsal bir düzen kurup ve bu düzeni kesintisiz olarak sürdürmektir. Bunun için de bazı araçlara gereksinim duyulmaktadır. Bu araçlardan birisi de Ceza Muhakemesi Kanunu'dur. Ceza muhakemesi hukukunun amacı; muhakeme işlemlerinin sağlıklı şekilde yürütülüp maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, böylece hem toplumun hem de suçtan zarar görenlerin tatmin edilmesini sağlamaktır. Ceza muhakemesinde medeni muhakemeden farklı olarak şekli gerçekle yetinilmeyip maddi gerçek araştırılır. Maddi gerçek araştırılırken bazı araçlar kullanılmaktadır. Bu araçlardan bazıları da koruma tedbirleridir. Adli kontrolün amacı da öncelikle maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla gerçekleştirilen işlemlerin sağlıklı ve insan haklarına uygun olarak yürütülmesine yardımcı olmalıdır.
Adli kontrolün amacını genel olarak; şüpheli veya sanığın kaçmasını veya delilleri karartmasını önleyerek muhakemenin sağlıklı bir şekilde yapılmasını veya muhakeme sonunda verilecek hükmün yerine getirilmesini sağlamak olarak tanımlayabiliriz. Buna ek olarak tutuklamanın kişi özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturması nedeniyle, tutuklama ile ulaşılmak istenen amaca daha hafif bir tedbirle ulaşmak ölçülülük ilkesinin gereği olduğuna göre, adli kontrol bu amaca da hizmet edebilmek için oluşturulmuş bir kurumdur. Ayrıca, bu kurum AİHS’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında ve Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden birini teşkil eden masumiyet karinesinin bir gereği olarak da düzenlenmiştir.
1.4 Adli Kontrol Özellikleri
Adli kontrol, hukuki özelliğinden ötürü koruma tedbiri olarak belirtilmiştir. Bu nedenle koruma tedbirlerinin tüm özelliklerine sahiptir. Kişinin suçluluğu kesinleşmeden önce bazı haklarının kısıtlanması sonucu ortaya çıkan tedbirlere koruma tedbirleri denir. Bu kısıtlamanın esası kanunla yapılıyor olması, muhakeme hukuku bakımından amaç olmasıdır.
1.4.1 Kanunla Düzenlenmiş Olma
Kural olarak adli kontrol tedbirine diğer koruma tedbirlerine benzer şekilde hüküm verilmeden, yani şüphelinin suçu işleyip işlemediği henüz anlaşılmış olmadan önce, özellikle iddianamenin hazırlandığı asıl yer olan soruşturma evresinde başvurulmaktadır. Ancak kovuşturma aşamasında da başvurula bilinmektedir. Adli kontrol kural olarak kişinin temel hak ve hürriyetini henüz daha hüküm verilmeden önce sınırlandırmaktadır. Temel haklara müdahalenin sınırlarının kanun ile düzenlenmesi esastır.
1.4.2 Araç Olma
Adli kontrol hukuki niteliği itibariyle bir koruma tedbiri olması sebebiyle, adli kontrolün de diğer koruma tedbirleri gibi amacı, maddi gerçeği bulmak ve sonuçta verilecek kararların uygulanabilmesini sağlamak ise de bu tedbir başlı başına bir amaç olmayıp, ceza muhakemesinin hizmetinde olan araçtır.Adli kontrol verilecek kararın yerine getirilmesini sağlayan bir araçtır.
1.4.3 Geçici Olma
Adli kontrolün bir diğer özelliği de geçici olmasıdır. Diğer koruma tedbirleri gibi ceza muhakemesinin ve tedbire başvurulmasının amacına uygun olduğu durumda uygulanabilecektir. Amaca ulaşıldığında yani adli kontrole ihtiyaç duyulmadığında zaman kaldırılacaktır. Adli kontrol, geçici nitelikte bir tedbir olduğundan dolayı hüküm kesinleşinceye kadar sürebilir. Amaç gerçekleştikten sonra adli kontrol uygulamasının sürdürülmesi, adli kontrol uygulamasını hukuka aykırı duruma getirecektir. Amaca ulaşıldığı zaman adli kontrol sona erer.
1.4.4. Gecikmede Sakınca Bulunması
Adli kontrol koruma tedbirine başvurulmasında mecburiyet bulunmalı, yani tedbire başvurmada gecikme, tehlikeye sebep olmalıdır. Örnek olarak delillerin karartılması ihtimali gibi tehlikeler bulunmalıdır. Tehlike, tedbirden beklenilen faydanın elde edilemeyecek; ceza muhakemesinin gerektiği gibi ve amacına uygun olarak yapılamayacak olması durumudur.
1.4.5. Görünüşte Haklılık
Adli kontrol koruma tedbirine başvurabilmek için gereken şartlardan biri de görünüşte haklılıktır. Öncelikle başlangıç için mutlak bir haklılık da aranmayacaktır. Koruma tedbirine başvurmanın haklı olup olmadığı, tam anlamıyla yargılama sonunda belli olur. Ancak bazen yargılamanın hemen başında bir tedbire başvurmak gerekebilir. Bu durumda mutlak bir hukuka uygunluk aranmaz, bir olasılıktan hareketle görünüşte haklılık ile yetinme zorunluluğu bulunur.
1.4.6 Ölçülülük İlkesi
Anayasamızın 13.maddesinde geçen hem CMK 100/1.maddesinde geçen ölçülülük ilkesi Adli Kontrol kurumunun en önemli özelliği ve getiriliş amacının en önemli nedenidir. “Somut olayda daha hafif bir koruma tedbiri ile amaca ulaşılabilecek ise bu hafif koruma tedbiri ile yetinilmeli, daha ağır koruma tedbirlerine başvurulmamalıdır. Koruma tedbirine başvurulurken beklenen yarardan çok zarar bekleniyorsa o koruma tedbirine başvurulması gerekmemektedir. Örnek olarak tutuklama ile kişinin yaşam ve özgürlüğüne çok ağır bir müdahale olan bir durumda adli kontrol ile bu hedeflenen amaca ulaşılabiliyorsa adli kontrol uygulanmalıdır. Oranlılık, araçla amacın, yöntemle hedefin istikrarlı olması durumudur.” Adli kontrol tedbirine başvurabilme ihtimali varken tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır.